david foster wallace aşina olduğunuz bir yazar olabilir. belki henüz türkçeye çevrilmemiş, aşık usandıran dipnotlarıyla meşhur dev eseri "sonsuz jest" romanına başlayacak kadar cesursunuz. belki "iğrenç adamlarla kısa görüşmeler” kitabıyla yetindiniz. belki "the end of the tour" (james ponsoldt, 2015) filminde jason segel’ın oynadığı yazar olarak karşınıza çıktı. ya da adını bile duymadınız. bunların hiçbirinin çok da önemi yok.

david foster wallace 1962’de doğdu, 2008’de intihar etti. kenyon college’da yaptığı mezuniyet konuşmasında hayatın varsayılan ayarlarından kurtulmayı anlatmasının üzerinden tam üç yıl geçmişti:

"daha az kibirli olmak, kendimle ve kesinliklerimle ilgili biraz daha farkındalık sahibi olmak… kesin bildiğim şeylerin çoğunun bütünüyle yanlış ya da çarpıtılmış olduğunu zor yoldan öğrendim. istemsizce emin olma eğiliminde olduğum şeylerin yanlışlığına bir örnek: deneyimlediğim her şey, evrenin mutlak merkezi olduğuma dair duyduğum derin inancı destekliyor. buna göre ben varolan en gerçek, en canlı ve en önemli insanım. bu denli doğal ve basit benmerkezciliği çok nadiren düşünürüz, çünkü sosyal açıdan tiksindirici bir şeydir. ancak aşağı yukarı hepimiz için aynı. varsayılan ayarımız bu, doğuştan içimize işlenmiş. bir düşünün, tamamen merkezinde olmadığınız hiçbir deneyim yok. deneyimlediğiniz dünya sizin önününüzde ya da sizin arkanızda, sizin solunuzda ya da sağınızda, sizin televizyonunuzda ya da sizin monitörünüzde. diğer insanların düşünceleri ve hislerinin size bir şekilde iletilmesi gerekiyor, ama sizinkiler çok daha anlık ve gerçek. size şefkat ya da başkalarına yönelmek gibi sözde erdemlerden bahsedeceğimi sanmayın. bu, bir erdem meselesi değil. bu gerçek anlamda benmerkezci olmaya ve her şeyi kendi lensimden görüp yorumlamaya dair doğal ve içime işlenmiş ayarı değiştirmeyi ya da bundan kurtulmayı seçmemle ilgili. varsayılan ayarını bu şekilde değiştirebilen insanlara “uyumlu” deniyor, ki bu öylesine seçilmiş bir söz değil.

akademik eğitimle ilgili en büyük tehlike, meseleleri fazla entelektüelleştirmek. önümüzde, içimizde olan bitene bakmaktansa kafamızdaki soyut tartışmalarda boğulmak. “düşünmeyi öğrenme” klişesinin işaret ettiği, aslında nasıl ve ne düşündüğünüzle ilgili biraz olsun kontrol sahibi olmayı öğrenmek. neye ilgi göstereceğini ve deneyimden nasıl anlam oluşturacağını seçebilecek bilinç ve farkındalığa sahip olmak.

zihnin harika bir hizmetçi ama berbat bir efendi olması klişesini hatırlayın. ateşli silahlarla intihar eden insanların kendilerini hep kafalarından vurmaları tesadüf değil, o berbat efendiyi vuruyorlar. bu intiharların da çoğunda ölüm onlar tetiği çekmeden çok önce gerçekleşiyor. sosyal bilimler eğitiminizin asıl değeri bu olmalı: her gün rahat, zenginlikle dolu ve saygın yetişkin hayatınızdan ölü, bilinçsiz ve kafanızın kölesi olan hâlinize, yani o özgün, mutlak ve muazzam yalnızlığa dair varsayılan ayarınıza geçmeye engel olmak.

güce taparsanız güçsüz ve korkak olursunuz, kendi korkunuza hissizleşmek için de diğerlerinin üzerinde daha fazla güce ihtiyaç duyarsınız. zekanıza, akıllı görünmeye taparsanız aptal, sahtekâr, her an foyası meydana çıkacakmış gibi hissedersiniz. ancak bu tapınma türlerinin asıl sinsiliği şeytani ya da günahla dolu olmaları değil, bilinçsizce yapılmaları. bunlar varsayılan ayarlar.

bunlar yavaş yavaş, günbegün, yaptığınızın bu olduğunun hiçbir zaman tam farkına varmadan, ne gördüğünüz ve değeri nasıl ölçtüğünüzle ilgili giderek daha seçici olarak kapılıverdiğiniz türden tapınmalar."

yazının tamamı için

feb 2 2023 ∞
feb 2 2023 +