• kişi, öteki insanlardan uzaklaştığı oranda hakikate yaklaşırdı.
  • evet, yaşamında pek çok şeyi göğüsleyebilirdi ama, insanın hiçbir desteğinin bulunmaması da hoş bir şey değildi.
  • sessizlik, kien için soluk alabilmek kadar gerekli olan bir şeydi.
  • sanki biri, kendini burada yeryüzünden yalıtmışı; tüm maddi ilişkileri, salt dünyaya ait olan her şeyi dışarda bırakan bir kabine kurmuştu; dev bir kabineydi bu, salt dünyadan olmanın, salt sonunda yaşamın yine geri döndüğü topraktan olmanın ötesinde kalan, az sayıdaki şeyleri sığdırmaya yetecek büyüklükte bir kabine. bilinmeyenin içinden geçen yolculukla insan, yolculuğa çıkmamış gibiydi. gözlem deliğinden bakarak, gündüz ve gece olması, iklimin sürekli ve gelişigüzel değişimi, zamanın akışı gibi bazı doğa yasalarının varlığını koruduğundan emin olmak yeterliydi, ve insan kendiliğinden sürdürüyordu yolculuğunu.
  • sözgelimi Lie-Tse diye bir filozofun bir zamanlar gerçekten yaşamış olduğundan kuşkuya düşmek, Kien'in hakkıydı; ama öbür yandan dünyanın güneşin çevresinde, ayın da dünyanın çevresinde dolaştığını bir hakikat olarak kabullenmek zorundaydı.
  • sürünerek tezgahın altına girdi. Korkudan çeneleri birbirine vurmaya başlamıştı. Dükkanda belki on bin kitap vardı; her birinin başına da bir hayalet çökmüş oturuyordu. Bu yüzden böylesine sessizdi çevresi. Zaman zaman hayaletlerin hışır hışır sayfaları çevirdiklerini duyuyordu. Onlar da kendisi kadar hızlı okuyorlardı. Belki onların varlıklarına alışabilirdi, gelgelelim, on bin hayalet, dile kolaydı. İçlerinden biri çıkıp, ısırabilirdi Kien'i. Hayaletlere dokunmak doğru değildi tabii. Kendileriyle alay edildiğini sanıp kızarlardı. Çocuk, olduğu yerde büzüldü, küçüldükçe küçüldü. Hayaletler üzerinden uçarak geçtiler. Sabah, sanki nice gecelerden sonra doğdu. Uyuyakaldı sonunda Kien.
  • aptallar, bir şey almadan dükkandan çıkmaya utanırlardı.
  • neyse ki kendisi bir şeyler söylemek zorunda değildi. aksi takdirde kimbilir adam onun hakkında neler düşünürdü!
  • sevdiklerine gelişigüzel dokunmak, ancak aşağılık varlıklara özgü bir davranış olabilirdi.
  • gerçekten erdem sahibi olan kişi, sevdiğinin önünde kendini olduğundan büyük gösterme çabasına düşmezdi. doğal bir eğilimin, bir tutkunun varlığına sevileni inandırmak, hiç mi hiç gerekli değildi. iş, sevdiğini, sanki yaphğı bir işmiş gibi göstermeye kalkışmaksızın korumasını bilmekteydi. İnsan olan, ona başı döndüğünde değil, fakat ruhunu dolduran yüce duygular doruğuna eriştiğinde sarılırdı. gerçek aşk, ancak kutsal çatının alhnda, mihrabın önünde itiraf edilirdi.
  • susmaya evet ama, susmaktan susmaya da fark vardı hiç kuşkusuz.
  • merdivenleriyle, yani aslında yardımcısı niteliğindeki bir nesneyle bile tartışmak yerine anlaşmayı yeğlemesi, kendini ne denli kötü hissettiğinin açık bir belirtisiydi.
  • kendisi öylesine önemsiz ve zayıflı ki, hiçbir şeyden korkmasına gerek yoktu.ne olur ne olmaz diye her zaman olduğundan daha az yer kaplamaya çalıştı. gövdesi, üstünde yattığı çarşaf kadar incelmişti. dünyadaki yumrukların hiçbiri ona bir şey yapamazdı.
  • her insanın, isterse bir an için olsun, doldurduğu bir yer vardır.
  • başlangıçta yalnızca söz vardı; ama var'dı; başka deyişle geçmiş, sözden önce vardı.
  • ama insan dil için değil, dil insan için vardı.
  • çünkü, kendisini gördüğünde -kendini görmeye alışık değildi- içine büyük bir yalnızlık çöktü. Kalabalık arasına karışıp kendini yitirmeye karar verdi. belki o zaman yüzünün ne denli yapayalnız olduğunu unutur, ve belki etkinliklerini sürdürebilmenin bir yolunu bulurdu.
  • kien, cahillerin, o aşağılanası yaşam amacı olan mutluluğa nerdeyse inanmaya başlayacaktı. Aranıp taranmadan, kendiliğinden gelmişse, ve eğer insan onu büyük bir güç harcayarak sımsıkı tutmuyorsa, ona karşı bir ölçüde iyi davranmakla yetiniyorsa, varlığına birkaç gün katlanmak olasıydı.
  • cennette, der vicdan, doksan dokuz doğrudan çok, eğriyken doğrulmuş bir kişinin gelişine bayram edilir.
  • yalnızca, uzun, upuzun bir uykuyu düşlemekle meşgul olduğu zaman düşünceleri belli belirsiz bir sisin içinde erirdi.
  • insanı her şey yasalar karşısında suçlu duruma getirebilir. Karnın acıkır, gider bir yemek yersin, kalkar, seni çalma suçuyla götürürler. Zavallı bir yoksula bir çift pabuç verirsin, giyer, gider; al sana, yardım ettin, suç ortağısın. Parkta bir sırada uyudun, on yıl öncesinin düşlerini gör, vay haline, on yıl önce bir suç işledin diye seni uyandırırlar - evet, uyandırırlar gerçekten! Uyandırmak değil de, ayıltmak demek gerek buna ya!
  • Kien'in yerinde onlar olsalardı, korkularından ağlarlar ve başkalarını yardıma çağırırlardı. Yaşamları sanrılar içinde geçiyordu sürekli olarak; açık seçik bir tümce kurmasını bile beceremiyorlardı. İnsan ilgi duyduğunda, ne düşündüklerini kendi bulup çıkarmak zorunda kalıyordu; en iyisi ise ne düşündükleriyle hiç ilgilenmemekti.
  • İnsan adını koyabildiği anda, nesneler tehlikeli büyülerini yitiriyordu.
  • Adına yaşama kavgası denen kavgayı, karnımızı doyurmak ve sevebilmek uğruna olduğu kadar, içimizdeki kitleyi öldürmek uğruna da veririz. Kimi koşullar altında bu kitle, bireyi bencillikten tümüyle uzak, dahası kendi yararlarına aykırı davranışlara dek götürebilir.
sep 19 2023 ∞
apr 11 2024 +