main | ongoing | archive | private |
"darbeden önce devletle, patronlarla savaşıyorduk. şimdi görüyorsunuz, sınıfın kendisiyle uğraşıyoruz. asıl darbe bu. sendikayı kurarsınız illa ki ama bu adamları nasıl değiştireceğiz?"
"terbiyesizler. işçi misiniz serseri mi belli değil. bu çocuklar sizin için uğraşıyor lan."
"-nasıl, toparlandın mı biraz? -iyiyim, daha iyiyim. - bal getirdim sana. - sağ olun hocam. çay demlemiştim, içer misiniz? -içeriz, içeriz yoldaş. arkadaşlar tespit etti alçakları. devrimciye dokunanın elleri yanar."
"ne utanıyorsun kemal yoldaş? aşk olmadan devrim olur mu hiç?"
"1977'ydi. bakırköy halk evine gidiyordum. ebru diye bir kız vardı halk oyunları ekibinden. su gibi güzeldi. birbirimize hiçbir şey söylemeden öylece sessizce bakardık. nihayetinde, halkevine gelen birine yan gözle bakmak yakışı kalmazdı. ayrıca aşk için de erkendi zaten. her gün sabah taze demlenmiş çaylarımızı alır, sigaralarımızı yakar, pencere kenarına ilişir, telaşla işe gitmeye çalışan kalabalığa öylece sessizce bakardık. ben çayları doldurmadan evvel teybe guantanamera'yı koyardım. o zaman, che guevara hayranıydı ya devrimciler, çok severdiler bu şarkıyı. her sabah ilk dem çay, ilk sigara ve guantanamera. her gün tekrarlanan bir ayin gibiydi bu. bir gün örgüt karar aldı, faşistlerin kurtarılmış bölgelerine gidilecek, yazılama yapılacak moralleri bozulacak diye. o zaman halk evine yakın yeni mahallede bi sokak var, devrimciler giremiyor oraya. ben dedim gireceğim. örgütten silah istedik vermediler. yazılama işi için silah olmaz dediler. neyse ki arkadaşa gittim, demir çubuğu da taktım belime. elimde fırça kutusu, boya. başladım yazmaya. bir ara baktım bizim gözcü kaçıyor. ne olduğunu anlamaya kalmadan kalabalık bir grup faşist çöktü üzerimize. allah ne verdiyse vuruyorlar. ben de çektim demir çubuğu, kime denk geldiyse savuruyorum. neyse kendimi attım halk evine. baktım ebru halk oyunları çalışıyor. beni gördü, yüzü sapsarı oldu kızcağızın. hemen yanıma geldi, boynundan yemenesini çıkarttı, kanlarımı silmeye başladı. ben tabii zafer kazanmış komutan edasındayım. gömleğime baktı, bütün düğmeleri kopmuş. çıkart dedi, düğmelerini dikeceğim. şaşırdım, olmaz dedim. çıplak mı kalacağım, utanırım. o zaman üstünde dikeyim dedi, sesimi çıkartmadım. gitti, iğne iplik düğme buldu. başladı dikmeye. düğmeleri ağzıyla ipliklerini kopardığında sıcak nefesini duyduğumda, ürperdim, kalbim hıphızlı çarpmaya başladı. sonraki düğmede yeter dedim. bu kadar yeter. sağol. o gece uyuyamadım. ebrunun sıcak nefesi deniz esintisi gibi geliyordu. sabah erkenden halkevini açtım. çayları doldurdum, teybe guantanamera'yı koydum başladım beklemeye. bir iki üç, beş saat oldu ebru gelmedi. o gün gelmedi. ertesi gün yine gelmedi. hafta oldu, ebru yine gelmedi. fikriye diye bir arkadaşı vardı, ona sordum ebru halk evine niye gelmedi diye. ailesi mahallede olanlardan korktu, üsküdara teyzesinin yanına yolladılar onu, dedi. bütün kanım çekildi sanki. ebru bende ne kadar aşk varsa hepsini de alıp gitmişti birlikte. nereye baksam onu görüyordum, hep onu düşünüyordum. aklımda başka hiçbir şey yoktu. o günden sonra, ebruyu rüyalarımda görmeye başladım. her gördüğüm rüyaya başka bir yüzle gelmeye başlamıştı. sonrasında, hangi yüzün gerçek ebruya ait olduğunu bile unuttum. ben bir düşe aşık olmuştum, delikanlı. beyaz bir tülün ardındaki düşe."
"ölenler, dövüşerek öldüler! güneşe gömüldüler. vaktimiz yok onların matemini tutmaya. akın var akın. güneşe akın. güneşi zaptedeceğiz. devrim şehitleri ölümsüzdür."
"şiir okurdu denize karşı. sen anlamazsın... ama deniz anlar, derdi."